islamsevdasi
  Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

Sitemize Üye OLduğunuz İçin Teşekür Ederiz.Üye OLmak için Daha kayıt olmadın mı? TıKlayınız!!!

Forum - Yirmibeşinci söz sözler 25. söz -F-

Burdasın:
Forum => Risale-i Nur => Yirmibeşinci söz sözler 25. söz -F-

<-Geri

 1 

Devam->


Haci
(şimdiye kadar 230 posta)
10.07.2008 12:49 (UTC)[alıntı yap]
hem dünya ve âhiretin, arz ve semâvatın ve ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinat'ın rubûbiyetine ve bütün mahlukatın tedbirine dair kavanin-i İlahiyenin gâyet yüksek ihâtalı Beyânâtının makamından aldığı vüs'at ve ulviyet ve ihâta cihetiyle o hitab, öyle bir yüksek i'câzı ve şümûlü gösterir ki; ders-i Kur'anın muhatâblarından en kesretli taife olan tabaka-i avâmın basit fehimlerini okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi en ulvî tabakayı da tam hissedâr eder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asra ve her tabakaya hitab ederek taze nâzil oluyor ve bilhassa çok tekrar ile اَلظَّالِمِينَاَلظَّالِمِينَ deyip tehdidleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle Beyânı, bu asrın emsalsiz zulümlerine Kavm-i Âd ve Semud ve Firavun'un başlarına gelen azablarla baktırıyor ve mazlum ehl-i imânâ İbrahim ve Mûsa Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla teselli veriyor.
Evet nazar-ı gaflet ve dalalette, vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar; canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayatdar bir acib âlem ve mevcûd ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye Sûretinde sinema perdeleri gibi, kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'câz ile dersini veren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân aynı i'câz ile, nazar-ı dalalette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmanî, bir meşher-i sun'-i Rabbanî olarak o câmidatı canlandırıp birer vazifedâr Sûretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev'-i beşere ve cinn ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın elbette her harfinde on ve yüz ve bâzan bin ve binler sevab bulunması ve bütün cinn ve ins toplansa onun mislini getirememesi ve bütün benî-âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevk ile yazılması ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması ve çok iltibas yerleri ve cümleleri ile beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misillü
(Orjinal Sayfa:477)
hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır ve iki cihanın saadetlerini kendi şâkirdlerine kazandırır. Ve tercümanın ümmiyet mertebesini tam riayet etmek sırrıyla hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu ve hiçbir gösterişe meydan vermeden selaset-i fıtriyesini ve doğrudan doğruya semâdan gelmesini ve en kesretli olan tabakat-ı avâmın basit fehimlerini tenezzülât-ı kelâmiye ile okşamak hikmetiyle en ziyade semâ ve arz gibi en zâhir ve bedihî sahifelerini açıp o âdiyat altındaki hârikulâde mu'cizât-ı kudretini ve mânidar sutur-u hikmetini ders vermekle lütf-u irşadda güzel bir i'câz gösterir. Tekrarı iktiza eden dua ve davet, zikir ve tevhid kitabı dahi olduğunu bildirmek sırrıyla güzel, tatlı tekraratıyla birtek cümlede ve birtek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatâb tabakalarına tefhim etmekte ve cüz'î ve âdi bir hâdisede en cüz'î ve ehemmiyetsiz şeyler dahi nazar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesinde bulunmasını bildirmek sırrıyla tesis-i İslâmiyette ve tedvin-i Şeriatta sahabelerin cüz'î hâdiselerini dahi nazar-ı ehemmiyete almasında; hem küllî düsturların bulunması, hem umumî olan İslâmiyetin ve şeriatın tesisinde o cüz'î hâdiseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetli meyveleri verdikleri cihetinde de bir nevi i'câzını gösterir. Evet ihtiyacın tekerrürüyle, tekrarın lüzumu haysiyetiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere cevab olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek dünyayı kaldırıp onun yerine âzametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz'iyat ve külliyatın tek bir zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu isbat edecek ve kâinatı ve arzı ve semâvatı ve anasırı kızdıran ve hiddete getiren nev'-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlahîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş bir inkılabın tesisinde binler netice kuvvetinde Bâzı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek; değil bir kusur, belki gâyet kuvvetli bir i'câz ve gâyet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hale gâyet mutabık bir cezâlettir, bir fesahattir.
Meselâ: Birtek âyet olup yüz ondört defa tekrar edilen بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِ cümlesi, Risale-i Nur'un
(Orjinal Sayfa:47
Ondördüncü Lem'asında Beyân edildiği gibi; arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattır ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi her gün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır. Hem meselâ: Sûre-i طسم de sekiz defa tekrar edilen şu اِنَّرَبَّكَلَهُوَالْعَزِيزُالرَّحِيمُ âyeti, o Sûrede hikâye edilen peygamberlerin necatlarını ve kavimlerinin azablarını, kâinatın netice-i hilkati hesabına ve rubûbiyet-i âmmenin namına o binler hakikat kuvvetinde olan âyeti tekrar ederek, izzet-i Rabbâniye o zalim kavimlerin azabını ve rahîmiyet-i İlahiye dahi enbiyanın necatlarını iktiza ettiğini ders vermek için binler defa tekrar olsa yine ihtiyaç ve iştiyak var ve îcazlı ve i'câzlı bir ulvî belâgattır. Hem meselâ: Sûre-i Rahman'da tekrar edilen فَبِاَىِّاَلآَءِرَبِّكُمَاتُكَذِّبَانِ âyeti ile Sûre-i Mürselât'ta وَيْلٌيَوْمَئِذٍلِلْمُكَذِّبِينَ âyeti, cinn ve nev'-i beşere, kâinatı kızdıran ve arz ve semâvatı hiddete getiren ve hilkat-i âlemin neticelerini bozan ve haşmet-i saltanat-ı İlahiyeye karşı inkâr ve istihfafla mukabele eden küfür ve küfranlarını ve zulümlerini ve bütün mahlukatın hukuklarına tecavüzlerini asırlara ve arza ve semâvata tehdidkârane haykıran bu iki âyet, böyle binler hakikatlarla alâkadar ve binler mes'ele kuvvetinde olan bir ders-i umumîde binler defa tekrar edilse yine lüzum var ve celalli bir îcaz ve cemâlli bir i'câz-ı belâgattır.
Hem meselâ: Kur'anın hakikî ve tam bir nevi münacatı ve Kur'andan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşen-ül Kebir namındaki münacat-ı Peygamberîde (A.S.M.) yüz defa
سُبْحَانَكَ يَا لآَ اِلهَ اِلآَّ اَنْتَ اْلاَمَانُ اْلاَمَانُ خَلِّصْنَا وَ اَجِرْنَا وَ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ
cümlesinin tekrarında tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat ve
(Orjinal Sayfa:479)
mahlukatın rubûbiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev'-i insanın en dehşetli mes'elesi ve ubûdiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle binler defa tekrar edilse yine azdır.
İşte tekrarat-ı Kur'aniye bu gibi esâslara bakıyor. Hattâ bâzan bir sahifede iktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifham ve belâgat-ı Beyân cihetiyle yirmi defa sarihan ve zımnen tevhid hakikatını ifade eder. Değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir. Risale-i Nur'da, tekrarat-ı Kur'aniye ne kadar yerinde ve münasib ve belâgatça makbul olduğu hüccetleriyle Beyân edilmiş.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân'ın Mekke Sûreleriyle Medine Sûreleri belâgat noktasında ve i'câz cihetinde ve tafsil ve icmâl vechinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki: Mekke'de birinci safta muhatâb ve muarızları, Kureyş müşrikleri ve ümmîleri olduğundan belâgatça kuvvetli bir üslûb-u âlî ve îcazlı, mukni', kanaat verici bir icmâl ve tesbit için tekrar lâzım geldiğinden ekseriyetle Mekkiye Sûreleri erkân-ı îmâniyeyi ve tevhidin mertebelerini gâyet kuvvetli ve yüksek ve i'câzlı bir îcaz ile tekrar edip ifade ederek mebde' ve meadi, Allah'ı ve âhireti, değil yalnız bir sahifede, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede; belki bâzan bir harfte ve takdim, te'hir ve târif ü tenkir ve hazf ü zikir gibi heyetlerde öyle kuvvetli isbat eder ki, ilm-i belâgatın dâhî imamları hayretle karşılamışlar. Risale-i Nur ve bilhassa Kur'anın kırk vech-i i'câzını icmâlen isbat eden Yirmibeşinci Söz, zeyilleriyle beraber ve Kur'anın nazmındaki vech-i i'câzı hârika bir tarzda isbat eden Arabî Risale-i Nur'dan "İşarat-ül İ'câz" tefsiri bilfiil göstermişler ki, Mekkiye olan Sûre ve âyetlerde en âlî bir üslûb-u belâgat ve en yüksek bir i'câz-ı îcazî vardır. Amma Medeniye Sûre ve âyetlerde birinci safta muhatâb ve muarızları ise, Allah'ı tasdik eden Yahudi ve Nasara gibi ehl-i kitab olduğundan mukteza-yı belâgat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan, sade ve vazıh ve tafsilli bir üslûbla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünü ve îmânın rükünlerini değil, belki medâr-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşe'leri ve sebebleri olan cüz'iyatın Beyânı lâzım geldiğinden o Medeniye Sûre ve âyetlerde ekseriyetle tafsil ve izah ve sade üslûbla Beyânât içinde Kur'ana mahsus emsalsiz bir tarz-ı Beyânla, birden o cüz'î teferruat hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet
(Orjinal Sayfa:480)
ve o cüz'î hâdise-i şer'iyeyi küllîleştiren ve imtisâlini îmân-ı billah ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve îmâniyeyi ve uhreviyeyi zikreder. O makamı nurlandırır, ulvîleştirir. Risale-i Nur, âyetlerin âhirlerinde ekseriyetle gelen
اِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ اِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
gibi tevhidi ve âhireti ifade eden fezlekelerde ve hâtimelerde ne kadar yüksek bir belâgat ve meziyetler ve cezâletler ve nükteler bulunduğunu Yirmibeşinci Söz'ün İkinci Şu'lesinin İkinci Nurunda o fezleke ve hâtimelerin pekçok nüktelerinden ve meziyetlerinden on tanesini Beyân ederek, o hülâsalarda biru'cize-i kübrâ bulunduğunu muannidlere de isbat etmiş. Evet Kur'an, o teferruat-ı şer'iye ve kavanin-i içtimaiyenin Beyânı içinde birden muhatâbın nazarını yüksek ve küllî noktalara kaldırıp, sade üslûbu bir ulvî üslûba ve şeriat dersinden tevhid dersine çevirerek Kur'anı, hem bir kitab-ı şeriat ve ahkâm ve hikmet, hem bir kitab-ı akide ve îmân ve zikir ve fikir ve dua ve davet olduğunu gösterip her makamda çok makasıd-ı irşadiye-i Kur'aniyeyi ders vermesiyle Mekkiye âyetlerin tarz-ı belâgatlarından ayrı ve parlak mu'cizane bir cezâlet izhar eder. Bâzan iki kelimede meselâ رَبَّ الْعَالَمِينَ ve رَبُّكَ de, رَبُّكَ tâbiriyle ehadiyeti ve رَبُّ الْعَالَمِينَ ile vâhidiyeti bildirir. Ehadiyet içinde vâhidiyeti ifade eder. Hattâ bir cümlede; bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi, Güneş'i aynı âyetle, aynı çekiçle göğün gözbebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar. Meselâ: خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ âyetinden sonra يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ âyetinin akabinde وَ هُوَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ der. "Zemin ve göklerin haşmet-i hilkatinde kalbin dahi hatıratını bilir, idare eder." der, tarzında bir Beyânât cihetiyle o sade ve ümmiyet mertebesini ve avâmın
(Orjinal Sayfa:481)
fehmini nazara alan o basit ve cüz'î muhavere, o tarz ile ulvî ve cazibedâr ve umumî ve irşadkâr bir mükâlemeye döner.
Bir Sual: "Bâzan ehemmiyetli bir hakikat, sathî nazarlara görünmediğinden ve Bâzı makamlarda cüz'î ve âdi bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir düsturu Beyân etmekte münasebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ: "Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm, kardeşini bir hile ile alması" içinde وَفَوْقَكُلِّذِىعِلْمٍعَلِيمٌ diye gâyet yüksek bir düsturun zikri, belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?"
Elcevab: Herbiri birer küçük Kur'an olan ekser uzun Sûre ve mutavassıtlarda ve çok sahife ve makamlarda yalnız iki-üç maksad değil, belki Kur'an mahiyeti, hem bir kitab-ı zikir ve îmân ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitabları ve ayrı ayrı dersleri tâzammun ederek rubûbiyet-i İlahiyenin herşeye ihâtasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebirinin bir nevi kıraatı olan Kur'an, elbette her makamda, hattâ bâzan bir sahifede çok maksadları tâkiben mârifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve îmân hakikatlarından ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ zâhirce zaîf bir münasebetle, başka bir ders açar ve o zaîf münasebete çok kuvvetli münasebetler iltihak ederler. O makama gâyet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükseklenir.
İkinci Bir Sual: "Kur'anda sarihan ve zımnen ve işareten, âhiret ve tevhidi ve beşerin mükâfat ve mücazatını binler defa isbat edip nazara vermenin ve her Sûrede, her sahifede, her makamda ders vermenin hikmeti nedir?"
Elcevab: Daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine ait inkılablarda ve emanet-i kübrâyı ve hilafet-i arziyeyi omuzuna alan nev'-i beşerin şekavet ve saadet-i ebediyeye medâr olan vazifesine dair en ehemmiyetli, en büyük, en dehşetli mes'elelerinden en âzametlilerini ders vermek ve hadsiz şübheleri izale etmek ve gâyet şiddetli inkârları ve inadları kırmak cihetinde elbette o dehşetli inkılabları tasdik ettirmek ve o inkılabların âzametinde büyük ve beşere en elzem ve en zarurî mes'eleleri teslim ettirmek için Kur'an, binler defa değil,
(Orjinal Sayfa:482)
belki milyonlar defa onlara baktırsa yine israf değil ki, milyonlar kerre tekrar ile o bahisler Kur'anda okunur, usanç vermez, ihtiyaç kesilmez. Meselâ:
اِنَّ َالَّذِينَ اَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّاِلحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا
âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikatı, "Bîçare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-ı mevtin; hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını idam-ı ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır" dediğinden milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadar ehemmiyet verilse yine israf olmaz, kıymetten düşmez. İşte bu çeşit hadsiz kıymetdar mes'eleleri ders veren ve kâinatı bir hâne gibi değiştiren ve şeklini bozan dehşetli inkılabları tesis etmekte iknaa ve inandırmaya ve isbata çalışan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân elbette sarihan ve zımnen ve işareten binler defa o mes'elelere nazar-ı dikkati celbetmek; değil israf, belki ekmek, ilâç, hava ve ziya gibi birer hacet-i zaruriye hükmünde ihsanını tazelendirir. Hem meselâ: اِنَّالْكَافِرِينَفِىنَارِجَهَنَّمَ ve وَالظّالِمِينَلَهُمْعَذَابٌاَلِيمٌ gibi tehdid âyetlerini Kur'an gâyet şiddetle ve hiddetle ve gâyet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise; -Risale-i Nur'da kat'î isbat edildiği gibi- beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlukatın hukuklarına öyle bir tecavüzdür ki, semâvatı ve arzı kızdırıyor ve anasırı hiddete getirip tufanlarla o zalimleri tokatlıyor. اِذَآاُلْقُوافِيهَاسَمِعُوالَهَاشَهِيقًاوَهِىَتَفُورُتَكَادُتَمَيَّزُمِنَالْغَيْظِ âyetinin sarahatıyla o zalim münkirlere Cehennem öyle öfkeleniyor ki, hiddetinden parçalanmak derecesine geliyor. İşte böyle bir cinâyet-i âmmeye ve hadsiz bir tecavüze karşı beşerin küçüklük ve ehemmiyetsizliği noktasında değil, belki zalîmâne cinâyetinin âzametine ve kâfirane tecavüzünün dehşetine karşı Sultan-ı Kâinat kendi raiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfür ve
(Orjinal Sayfa:483)
zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermek hikmetiyle fermanında gâyet hiddet ve şiddetle o cinâyeti ve cezasını değil bin defa, belki milyonlar ve milyarlar ile tekrar etse, yine israf ve kusur değil ki, bin seneden beri yüzer milyon insanlar hergün usanmadan Kemâl-i iştiyakla ve ihtiyaçla okurlar.
Evet hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla لآاِلَهَاِلاَّاللَّهُ cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine bir لآاِلَهَاِلاَّاللَّهُı bir lâmba yaptığı gibi, öyle de: O kesretli, geçici perdeleri ve o tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in'ikas eden Sûretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahid olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için, o cinâyetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelî'nin şiddetli ve inadları kıran tehdidlerini Kur'anı okumakla takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur'an gâyet mânidar tekrar eder ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrar ile tehdidat-ı Kur'aniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen münkirlere Cehennem azabı ayn-ı adâlet tir, diye gösterir.
Hem meselâ: Asâ-yı Mûsa gibi çok hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Mûsa'nın (A.S.) ve sâir Enbiyanın (A.S.) kıssalarını çok tekrarında, Risâlet-i Ahmediyenin (A.S.M.) hakkaniyetine bütün Enbiyanın nübüvvetlerini bir hüccet gösterip onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtın Risâletini hakikat noktasında inkâr edemez hikmetiyle ve herkes her vakit bütün Kur'anı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından herbir uzun ve mutavassıt Sûreyi birer küçük Kur'an hükmüne getirmek için ehemmiyetli erkân-ı îmâniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf belki mukteza-yı belâgattır ve hâdise-i Muhammediye (A.S.M.) bütün benî-Âdemin en büyük hâdisesi ve kâinatın en âzametli mes'elesi olduğunu ders vermektir.
Evet Kur'anda Zât-ı Ahmediyeye en büyük makam vermek ve dört erkân-ı îmâniyeyi içine almakla لآَاِلَهَاِلاَّاللَّهُ rüknüne
(Orjinal Sayfa:484)
denk tutulan مُحَمَّدٌرَسُولُاللَّهِ Risâlet-i Muhammediye (A.S.M.) kâinatın en büyük hakikatı ve Zât-ı Ahmediye (A.S.M.), bütün mahlukatın en eşrefi ve hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) tâbir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatına dair pekçok hüccetleri ve emâreleri, kat'î bir Sûrette Risale-i Nur'da isbat edilmiş. Binden birisi şudur ki: اَلسَّبَبُكَالْفَاعِلِ düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlarını, getirdiği nur ile nurlandırması, değil yalnız cinn ve insi ve meleği ve zîhayatları, belki kâinatı ve semâvatı ve arzı minnetdar eylemesi ve istidad lisanıyla nebâtatın duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanatın duaları, gözümüz önünde bilfiil kabûl olmasının şehadetiyle milyonlar, belki milyarlar fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti her gün o zâta (A.S.M.) salât ü selâm ile rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta (A.S.M.) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur'anın üçyüzbin hurufunun herbirisinde on sevabdan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden yalnız kıraat-ı Kur'an cihetiyle defter-i a'maline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle o zâtın (A.S.M.) şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.), istikbalde bir şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâm-ül Guyub bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur'anında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyesine ittiba ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mes'ele-i insâniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olan şahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insâniyesini arasıra nazara almasıdır. İşte Kur'anın tekrar edilen hakikatları bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mu'cize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder. Meğer maddiyyunluk taunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına mübtelâ ola...
قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ { وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمٍ
kaidesine dâhil olur.
***
(Orjinal Sayfa:485)
Bu Onuncu Mes'eleye bir
hâtime olarak iki haşiye:
Birincisi: Bundan oniki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannit bir zındık Kur'ana karşı suikasdını tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: «Kur'an tercüme edilsin, tâ, ne mal olduğu bilinsin.» Yâni, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi Onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş. Fakat, Risale-i Nurun cerhedilmez hüccetleri kat'î isbat etmiş ki: Kur'anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur'anın meziyetlerini ve nüktelerin başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevab veren kelimât-ı Kur'aniyenin mu'cizâne ve cem'iyyetli tâbirleri yerinde beşerin âdî ve cüz'î tercümeleri tutamaz. Onun yerinde câmilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta intişariyle o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat, o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur'an Güneşini üflemekle söndürmeğe ahmak çocuklar gib ahmakâne ve dîvânecesine çalışmaları sebebiyle bana gâyet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâletle bu Onuncu Mes'ele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalar ile görüşemediğim için hakikat-ı hâli bilmiyorum.
İkinci Hâşiye: Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gâyet lâtif, tatlı bir Sûrette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasiyle cezbedârâne ve cazibekârane hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hâtıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemâl-i neş'e ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaş ile
sh:» (S: 486)
doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri firakları ihtar ve ihsasiyle kâinat dolusu firakların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı. Birden hakikat-ı Muhammediyyenin (A.S.M.) getirdiği nur, imdâda yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i îman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte, o vaziyete temas eden imdat ve tesellisi için Zât-ı Muhammediyeye (A.S.M.) karşı ebediyyen minnettar oldum. Şöyle ki:
Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nâzeninleri; vazifesiz, neticesiz, bir mevsimde görünüp, hareketleri neş'eden değil, belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı beka ve hubb-u mehâsin ve şefkat-i cinsiye ve hayatiyeye medâr olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzib âletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı; îdam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak yerlerinde o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri ve mânâları ve Risale-i Nurda isbat edildiği gibi, üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.
Birinci Kısım: Sâni-i Zülcelâlin esmâsına bakar. Meselâ: Nasıl bir usta hârika bir makinayı yapsa; herkes o zâta «Mâşâallah, bârekâllah» deyip alkışlar. Öyle de: O makina dahi, ondan maksud neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı hâliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinadır, ustasını tesbihlerle alkışlar.
İkinci Kısım Hikmetleri ise: Zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı mârifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve sûretlerini kuvve-i hâfızalarında ve elvah-ı misâliyyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücudda bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terkeder, âlem-i gayba çekilir. Demek, sûrî bir vücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücudları kazanır. Evet, mâdem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem, îdam, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında ehl-i îmanın
sh:» (S: 487)
dünyasında yoktur ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur. İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der: «Kimin için Allah var, ona herşey var ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur... hiçtir.»
Elhasıl: Nasılki îman, ölüm vaktinde insanı îdam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de: Herkesin hususî dünyasını dahi îdamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise.. hususen küfr-ü mutlak olsa; hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle îdam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar. Hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyyeyi âhirete tercih edenlerin kulakları çınlasın. Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya îmânâ girsinler. Bu dehşetli hasarâttan kurtulsunlar.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Duanıza çok muhtaç ve size çok müştak
kardeşiniz
S A İ D N U R S Î

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 366
Bütün postalar: 376
Bütün kullanıcılar: 13
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
  Bugün Sitemize 33801 ziyaretçi (90883 klik) Burdaydı! 2008 © Copyright ßy KaRaKuLe~DeVReM ® Tüm HakLar sakLıdır.  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol