Haci (şimdiye kadar 230 posta) | | Muhterem müminler!
Bu hafta, ülkemizin her yerinde Kutlu Doğum coşkusu yaşanıyor. Bu münasebetle sizlere, istifade etmemiz dileğiyle, sevgili Peygamberimizin ahlâkî ve sosyal kişiliğinin bazı yönlerini arzetmek istiyorum.
Resulullah'ın en önemli özelliklerinden biri, Kur'an-ı Kerîm’in deyimiyle, "beşer-resûl" oluşudur. Onun ebedi mesajına göre, kendisi de dahil olmak üzere, "Bütün insanlar hata eder; hata edenlerin en hayırlısı ise tövbe edenlerdir."1 Kendisine "Yaşlandınız, yâ Resulallah!" denildiğinde, "Beni Hud ve Şûrâ sureleri yaşlandırdı" buyurmuştur.2 Çünkü her iki surede de Yüce Rabbimiz ona, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" buyuruyordu. 3
Onun diğer bir kutlu özelliğini, insan sevgisini yansıtan ilginç bir olay sunmak istiyorum:
Resûlulah’ın en azılı düşmanı olan Ebû Cehil'in oğlu İkrime, Mekke'nin fethi sırasında korkusundan Yemen'e kaçmıştı. Bu arada müslüman olan hanımı, kocasını müslümanlığa kabul etmesini Hz. Peygamber'den rica etti. Sonra Yemen'e giderek kocasını bulup getirdi. İkrime müslüman oldu. Hanımı İkrime'yi huzura getirirken Hz. Peygamber, "Hoş geldin suvari yolcu!" diyerek onu güler yüzle karşıladı. Bu arada ashabına da şu talimatı verdi: "İkrime aranıza katılıyor. Sakın ola ki, onun yanında babası Ebû Cehil hakkında kötü söz söylemeyesiniz, sövüp saymayasınız. Çünkü ölene yapılan hakaret, hayatta kalana acı verir."
Aziz müminler!
Akıl, bilgi ve zeka timsali olarak bildiğimiz Hz. Ali, hicret sırasında kutlu Peygamber’in ölüm döşeğine girerken ne akılsızdı ne de baskı altındaydı. Sadece o fazilet âbidesini, uğrunda ölmeye değer bilmişti. Bugünkü İncillere göre, Hz. İsa çarmıhta asılmaya götürülürken, en yakın dostları olan Havârîler onu yalnız bırakmıştı; hatta biri de korkusundan onu ihbar etmişti. Bunu düşününce, Hz. Ali'nin ve nice defalar o ulu Peygamber’in uğruna baş koyduklarına ant içen Ashabın bu soylu bağlılığını ve büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz.
Değerli Müslümanlar!
Allah Resulü, davet ettiği insanlara, ahiret kurtuluşundan başka hiçbir peşin çıkar vaad etmiyordu. Aksine, onlara, dağların bile taşıyamayacağı ağırlıkta bir emanet getirdiğini söylüyordu. Ama aynı zamanda onları samimi bir mümin, lekesiz bir insan olmaya davet ediyordu. Bizzat kendi yaşayışıyla da bu imanın ve faziletin zengin örneğini sergiliyordu.
İşte bu iman ve fazilet sayesinde Resûlümüz efendimiz, haksızlıkla çıkarıldığı kutsal yurdu Mekke’yi savaşsız kansız fethetmişti.
Fakat insanı, saygının da ötesinde heyecanlandıran asıl nokta, onun, fetih sarhoşluğuna kapılmadan, eski zorbalara karşı takındığı soylu tavırdır. Mekke fethedilmiş; bütün suçluların bağışlandığı ilan edilmişti. Bu sırada, Ebû Cehil'den sonra müşriklerin lideri olan Ebu Süfyan, İslâm karargâhına geldiğinde, Hz. Peygamber onu saygıyla karşılamış; hatta onun evine sığınanlara dokunulmaması talimatını vermişti. Bu tavır bize, eşsiz bir cesarete sahip muzaffer Peygamber’in, aynı zamanda ne kadar alçak gönüllü, ne kadar kinden uzak ve bağışlayıcı olduğunu göstermektedir.
Sözlerimizi, Arif Nihat Asya’nın Peygamber’e hasret dolu naatından birkaç dize ile bitirelim:
“Gel, ey Muhammed bahârdır…
Dudaklar ardında saklı / Âminlerimiz vardır.
Hacdan döner gibi gel / Mîracdan iner gibi gel.
Bekliyoruz yıllardır...”
Konsun, yine pervazlara / Güvercinler;
Hû hû’lara karışsın âmin’ler.
Mübârek akşamdır/Gelin ey Fâtihalar, Yâsînler.” |